Sitemize Hoş Geldiniz ------Sitemizdeki Konu Sayısı 1400'ün üzerine çıkmıştır Bir çok deney ve araştırma konularımız sizin ilginizi çekebilir SİTEDE ARAMA YAPMAK İÇİN YANDAKİ ARAMA KUTUSUNU KULLANIN Aşağıdaki kayan resim menüsüne de İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK konuları ekleyeceğim

ZÜRAFALAR(giraffes)

0 yorum


Zürafalar, kara hayvanlarının en uzunu ve en güçlüsü aynı zamanda en uysalı olarak göze çarpmaktadırlar.
Yetişkin erkek zürafalarda yerden başa kadar olan yükseklikler 4,5 - 6 metre, ağırlıkları ise 1200 - 1400 kilogram arasında değişirken, dişi zürafalarda yükseklikler 4 - 5 metre, ağırlıkları ise 750 - 1200 kilogram arasında değişir. Vücudu ile deveye, postunda bulunan benekler ile leopara benzediğinden ve çok hızlı koştuğundan, eski Yunanlılar zürafanın leopar ile devenin çiftleşmesinden meydana geldiğine inanıyorlardı. Yunanca deve (camelio) ve leopar (lopard) kelimelerinin birleşmesiyle ortaya çıkmış olan camelopardalis zürafanın latince isminin temelini oluşturur. ("Giraffe camelopardalis")
Zürafalar boynuzlu olarak doğan tek hayvan cinsidir. Hem erkek ve hem de dişilerin alınlarında kıllı deri ile örtülü kısa boynuzlar vardır.
Zürafalar harikulade bir dolaşım sistemine sahiptir. Zürafaların yaklaşık 60 cm uzunluğa ve 11 kglık bir ağırlığa sahip muhteşem bir kalpleri vardır. Bir mukayese yapmak gerekirse, bir zürafanın kalbi kafasından daha büyüktür. Zürafalar, yüzük oyun vaziyetlerdeyken gösterdikleri 280/180 mmHg kanbasıncı ile canlılar arasında en yüksek kan basıncına sahiplerdir. Kalpleri dakikada 170 kez atmaktadır. Bir zürafanın kalbi, dakikada tüm vücuda 75 litre kan pompalayabilmektedir. Zürafalarda bulunan kan hücresi miktarı, bir insanda bulunanın iki katıdır. Zürafalar bir şey yedikten veya içtikten sonra kafalarını yerden kaldırdıklarında, kalbin beyne yeterli kanı pompalayabilmesi için normalden iki kat daha fazla atması gerekmektedir.
Zürafaların en büyük düşmanları aslanlar ve sırtlan sürüleridir. Aslında zürafaların tekmeleri bir aslanı öldürecek güçtedir. Fakat su içerken veya yerde otlarken bir kaç aslan boynuna saldırarak onu öldürebilir.
Zürafalar yaklaşık 0.5 metre uzunluğuna sahip çok uzun bir dile sahip olup, dilleri ile kulaklarını temizleyebilirler.
Zürafalar boyunlarının uzunluğuna rağmen, bir çok hayvan ve insanda olduğu gibi 7 adet boyun omuruna sahiptirler. Küçük bir fare ile zürafanın boyun omur sayısı aynıdır. Fakat zürafada kemikler büyüktür. Zürafaların çok az memelide bulunan bir diğer özellikleri koşarken sağ ön ve arka ayakları ile sol ön ve arka ayaklarını aynı anda öne attıklarından ötürü yalpalayarak koşmalarıdır.
İki erkek zürafa sadece sürü lideri olmak için yaklaşık 15 dakika kapışabilir. Birbirlerine baş ve tekme ile saldırdıkları görülür. Zürafa erkekleri kimin daha güçlü olduğuna karar verdikten sonra grup içinde sakin hayatlarına devam ederler.












Penguenler(PENGUINS)

0 yorum



Penguen, beyaz kafa anlamına gelen iki eski Gal kelimesinden oluşmuştur. Başlangıçta bu adla Kuzey Atlas Okyanusunun soyu tükenmiş olan Büyük Ustura Gagalı Martısı kasdedilirdi. 150 yıl önce bu ad denizcilerce, martıya biraz benzeyen güney kuşlarına verildi. Penguenlerin bilimsel adı Spheniscidae'dir Eski Yunanca Spheniskos kelimesinden türemiştir. ve penguenin yüzgece benzeyen dar kanatlarını anlatan "küçük kama" anlamına gelir. Penguen kanatları uçmaya yaramazlar ama penguenin çok iyi bir şekilde yüzmesini sağlarlar. 

Penguenler, Spheniscidae familyasını oluşturur aittir. Penguenler uçamayan, dimdik durabilen, perde ayaklı deniz kuşlarıdır. Penguenler Güney Kutbu, Yeni Zelanda, Avustralya, Güney Amerika, Güney Afrika ve Galapagos kıyılarında yaşarlar. Penguenler Kuzey Kutbunda bulunmazlar. Penguenlerin Antartika dışında yaşayanlarının, su akıntıları ve yüzen buzlarla Güney Kutbu 'ndan geldikleri sanılmaktadır. 
2010 yılında bulunan 36 milyon yıl öncesine ait penguen fosili ile de penguenlerin geçmişinde yeni bir dönem açılmıştır. Bu penguen buzlar arasında çok iyi korunmuş ve iyi durumdadır. İncelemeler sonucu bu penguenin melanozomları fırtına kuşu ve albatrosa benzediği tespit edilmiştir. Bu penguen ile tespit edilen en ilginç veri ise eskiden penguenlerin renklerinin kavrengi ve kırmızı olmasıdır. Penguenler eski ve ilkel bir gruptur. Penguenler deniz yaşamıyla üstün bir uyum sağlayacak şekilde gelişim göstermişlerdir. Diğer kuşlarla olan akrabalıkları hala tartışılmaktadır. 

Penguenlerin büyüklük bakımından 30 - 105 cm. arasında değişik 17 kadar türü bilinmektedir. En iri penguenler 45 kg ağırlığa kadar ulaşabilen ile İmparator penguendir. Penguenlerin sıcak bölgelere doğru gidildikçe boyları küçülür. Sarı gözlü penguenler 20 yıl ya da daha uzun bir süre, İmparator penguenler ise 30 yıl kadar yaşarlar. 
Penguen denizlerdeki kabuklular, balık ve mürekkepbalıkları ile beslenir. Penguenin temel besini balık, supya ve karidestir. Penguenler bunların hepsini de suyun altında yakalar. penguenler karada besini nasıl yiyeceklerini bilmezler. Hayvanat bahçelerinde yeni gelen penguenler, kendilerine atılan balıkları yerden almasını öğreninceye kadar haftalarca bakıcılar yardımı ile beslenirler. Penguen tüyleri kuş tüylerine hiç benzemez. Penguenlerin sırtları siyah veya gri, karın kısımları beyaz ince ve pulsu tüylerle örtülüdür. Penguen türleri birbirinden, başlarındaki renkli tüyleriyle ayrılır. Penguenler, kuyrukları kısa ve ayakları vücutlarının gerisinde olduğundan rahatlıkla dimdik ayakta durabilirler. 

Penguenler denizde, saatte 10 deniz mili ile yüzebilirler. Hatta gerektiğinde penguenler bu hızlarını iki katına çıkarabilirler. 
Penguenlerin kanatları uzun telek tüylerinden yoksun olup, kırılmadığı için uçmaya yaramaz. Buna karşılık penguenler yüzerken çok kuvvetli yüzgeç vazifesi görür. Penguenler, buz üzerinde sıçrar ve çok iyi kayar. Penguenler göğüslerinin üzerinde yatarak yüzgeç kanatlarının yardımıyla kızak gibi kayarak, karada birkaç yüz kilometre içeriye kadar girebilirler. Penguenler yalnız üreme mevsimlerinde yumurtlamak için karaya çıkarlar. Penguenler vücutlarını örten sık tüyler ve deri altlarındaki kalın yağ tabakaları ile Antarktika 'nın 0'ın altındaki dondurucu soğuklarından korunurlar. 
Penguenler vücut ısılarını ayarlayan otomatik bir mekanizmaya sahiptirler. Penguenler gerektiğinde kan damarlarıyla deriye giden kanı azaltarak, yükselterek ve tüylerini dikleştirerek vücut sıcaklıklarını kontrol ederler. 
Güney Kutbu penguenleri 40 °C'lik vücut ısılarıyla -40 °C'lik Antarktika soğuğuna dayabilirler. Penguenlerin vücutlarındaki tüy, yağ ve besinlerden elde ettikleri enerji ve kontrol mekanizmalarıyla 80 °C'lik (40°C / -40°C) ısı farkına dayanırlar. 

Penguenler içinde en bilinenlerden Antartika 'nın kral penguenleri günde ortalama 140 defa suya dalarlar. Penguenler bunun ancak yüzde onunda av yakalayabilirler. Penguenlerin tüy dipleri deriye yakın kısımda ısıya karşı izole bir iç tabaka meydana getirerek soğuktan emniyetle korur.

Bazı penguenler türleri, kuluçka dönemlerinde 4 aya yakın bir zaman açlığa dayanırlar. Bu devrede penguenlerin ağırlıkları yarı yarıya düşer.

Penguenler üreme devrelerinde bir kısmı yanyana yuvalar kurarak yüzbinlerce bireyden oluşan kuluçka kolonileri meydana getirir. Yuva yapan penguenler iki - üç yumurta bırakırlar. İmparator penguen (Aptenodytes forsteri) ve kral penguen (Aptenodytes patagonicus) ise diğer penguenler gibi yuva yapmaz, bu penguenler birer yumurta yumurtlar ve tek yumurtalarını ayakları üzerinde ve karınlarının altındaki gerçek kuluçka derisinin altında muhafaza ederek soğuktan korur. Yuva yapan penguenlerin erkekleri, dişi penguenlere çakıl taşları hediye ederek kur yapar. Dişi penguen, karlar eridikçe bu taşlarla yuvasının seviyesini yükseltir. Erkek penguen ve dişi penguen sırayla kuluçkaya yatar. Kuluçka devresinde penguenler bir şey yemezler. Yavru penguenler anne penguen ve baba penguen tarafından birlikte bakılır ve ısıtılır.

Penguenler insandan kaçmadıkları için, yağlarından istifade etmek isteyenler tarafından aşırı miktarda avlanarak tüketiliyor. Penguenler çıkarılan kanunlarla nesilleri korunmaya çalışılıyor. Penguenlerin dünyanın birçok hayvanat bahçesine de uyum sağladıkları görülmüştür




















Balinalar(whales)

0 yorum


Balinalar (LatinceCetacea) içinde balinalarıyunusları ve muturları barındıran, memeliler sınıfında bir takımdır. Biyolojik adlarda "balina" için Latince cetus sözcüğü kullanılır, özgün anlamı ise "büyük deniz hayvanı"dır. Latinceye ise Yunanca'dan geçmiştir. Yunanca κῆτος sözcüğü "balina" ya da "herhangi bir dev balık veya deniz canavarı" anlamındadır.


Soluk alma ve verme 

Balinalar, memeli olduklarından hava solumak zorundadırlar. Bu nedenle su yüzüne çıkarak ciğerlerinden karbondioksiti dışarı vererek taze oksijen solurlar. Dalma sırasında kaslar sayesinde nefes delikleri kapanır ve bir daha su yüzüne çıkana kadar kapalı kalır. Su yüzüne çıktıklarında ise nefes delikleri kaslar sayesinde açılarak soluk verirler.
Balinaların soluk alıp vermek için zaman kazanacak şekilde evrimleşen nefes delikleri kafalarının tepesinde yer alır. Soluk verdiklerinde ciğerlerden gelen ılık hava dışarıdaki soğuk hava ile karşılaştığında yoğunlaşır. Karada yaşayan memelilerin soğuk bir günde soluk verdiğinde oluştuğu gibi küçük bir "buhar" sütunu oluşur. Balinalarda da soluk verirken karşılaşılan bu buhar sütunu her tür için farklı bir şekle, açıya ve yüksekliğe sahiptir. Bu özelliklerine bakılarak uzaktan balinaların türü deneyimli kişiler tarafından tanımlanabilir.
Balinalar su altında, diğer memelilerin kaldığından çok daha uzun bir süre kalabilirler. Su altında kalma süreleri, bu takımın üyeleri arasında bulunan büyük fizyolojik farklar nedeniyle türler arasında büyük farklar gösterir.
Memelilerin kaslarında bulunan miyoglobin derişimi çok farklılık gösterir. Miyoglobin oksijene karşı hemoglobinden daha fazla bir affinite gösterir yani miyoglobin oksijen moleküllerini hemoglobinden daha iyi tutar. Dolayısıyla oksijen almak mümkün olmadığında yüksek miyoglobin derişimi olması yararlıdır. Balinaların kaslarında bulunan miyoglobinin derişimi ne kadar yüksekse o kadar uzun süre su altında kalabilir ve besin arayabilirler.
Yüksek vücut kütlesi de balinalarda daha uzun dalış süresine yardımcı olur. Vücut kütlesinin artışı aynı zamanda kas kütlesinin artışı demektir, dolayısıyla da kaslarda bulunan oksijen deposuda artar. Ayrıca Kleiber yasasına göre bir hayvanın vücut kütlesi arttıkça metabolizma hızı yavaşlar dolayısıyla da birim kütle başına daha az oksijen harcarlar.

Görme, işitme ve ekolokasyon 

Balinaların gözleri büyük kafalarının her iki yanında ve oldukça geridedir. Özellikle ucu sivri gagası olan yunusların ileri ve aşağı doğru oldukça iyi bir binoküler görüş açıları vardır ama İspermeçet balinası gibi küt kafalı balinaların her iki yanı da görebilir ama önlerini ya da doğrudan aşağıyı göremezler. Gözyaşı bezleri yağlı gözyaşı salgılar ve denizin tuzlu suyundan gözleri korur. Balinaların göz lensleri hemen hemen küreseldir dolayısıyla derin sularda az ışık altında odaklanmayı sağlar. Balinaların, yunuslar dışında oldukça zayıf olan görme yetilerine karşın oldukça mükemmel duyma yetileri vardır.

Balinaların kulakları da gözleri gibi küçüktür. Suda yaşaması sebebiyle ses dalgalarını odaklayarak kuvvetlendirmeye yarayan dış kulaklarını kaybetmişlerdir. Suyun ses ilektenliği havaya göre çok yüksek olduğundan dış kulak gibi bir organa gerek kalmamıştır. Bu yüzden kulakları gözlerinin hemen arkasında küçük bir deliktir. Buna karşın iç kulak balinanın kilometrelerce uzaktaki sesi duymasını ve sesin geldiği yönü anlayabilmesini sağlayacak kadar gelişmiştir.
Bazı balinalar ekolokasyon yeteneğine sahiptir. Çoğu dişli balina ekolokasyon seslerine benzer sesler çıkarırlar, fakat bu balinaların bu sesleri ekolokasyon için kullandığı gösterilememiştir. Mysticeti, ekolokasyonla tespit edilemeyecek kadar küçük avlarla beslendiğinden ekolokasyona çok az ihtiyaç duymaktadır. Odontoceti'nin Yunus gibi bazı üyeleri ekolokasyonu kullanırlar. Bu balinalar, yarasalar ile aynı şekilde, bir nesneye çarpıp sonra geri dönecek şekilde bir ses çıkarırlar. Bunun sayesinde nesnelerin şekillerini, boyutlarını, yüzey karakteristiklerini, hareket şekillerini ve uzaklığını anlayabilirler. Bu yetenek ile balinalar zifiri karanlıkta hızlı yüzen küçük avları yakalayabilirler. Çoğu Odontoceti'de ekolokasyon öyle gelişmiştir ki, bir nesnenin av olup olmadığını ayırt edebilirler. Esaret altındaki balinalar çeşitli şekil ve büyüklükteki topları ayırt edecek şekilde eğitilebilirler.
Balinalar iletişim için de sesleri kullanırlar. Bu sesler; inlemeler, tıklayışlar, ıslıklar ve Kambur balina'daki gibi kompleks şarkılar şeklinde olur.







Kanguru(kangaroo)

0 yorum



Kangurugiller (Macropodidae), iki ön dişli bir keseli familyası. En çok tanılan keseliler olmakla birlikte, Avustralya faunasının en tipik temsilcileridir. Modern zoolojide artık yalnız bir familya olarak kabul edilen Sıçan kangurusugillerden daha iyi ayırt edilebilmeleri için Asıl Kangurugiller de denilir.


Kangurugiller birbirinden farklı tabitatlarda yaşar: Çalılık bölgelerde yaşayanlar, dağlık bölgelerde yaşayanlar ve hatta ağaçlarda yaşayanları vardır. Genelde gece aktif olurlar, ancak bazı zamanlarda gündüzleri de rastlanabilirler. Çoğu türler belli bir sosyal yapısı olmayan gruplar içerisinde yaşar.

Yaşam şekli 

Kangurular gereken hıza göre iki farklı ilerleme yöntemi uygular: Yüksek süratte arka bacakları ile hoplayarak ilerlerler. Kuyruk havada kalır ve dengeyi sağlamak için kullanılır. Bu şekilde 50km/saat hıza ulaşabilirler. Dev kangurular her hoplayışlarında 3 m atlayabilir. Yavaş ilerlerken tüm dört ayaklarını ve kuyruklarını kullanırlar.
Ağaç kanguruları zıplamaz ama çok iyi tırmanır. Kısa kuyruklu Quokka'lar ve Filander daima dört ayak üzerinde gider.
Avustralya'da, doğada çift toynaklıların doldurduğu yeri Avustralya'da kangurugiller doldurur. Hatta sindirim sistemleri bile onlarınki gibi, özel mikroorganizmaların yardımı ile zor sindirilen bitkileri, bölünmüş mide odalarında sindirmeye yönelik gelişmiştir. Hatta bazen geviş getirirler. Bu iyi gelişmiş sindirim sistemi verimsiz bölgelerde de yaşayabilmelerini sağlar.)

Üreme 

Dişi kanguruların, içinde dört memeleri olan iyi gelişmiş bir keseleri vardır. Dişi sadece tek bir yavru doğurur (çok nadir 2). Bütün keselilerde olduğu gibi kangurugillerde de gebelik kısa sürer (20 ila 40 gün) ve yavrular henüz fazla gelişmemiş şekilde doğar. Yavru doğumda ancak 2 cm büyüklükte ve 1 gram ağırlıkta olur. Yavru kendi kendine kesenin içine tırmanır, bir memeye asılır ve memeyi 2 - 3 ay boyunca ağzından bırakmaz. Yaklaşık 6 ay sonra ilk kez keseden dışarı çıkar. 8 aylık olunca artık keseye sığmıyacak kadar büyümüş olur. Bundan sonra süt emebilmek için artık kafasını kesenin içine sokması gerekir, çünkü kanguru yavruları 1 yaşına varana kadar süt ile beslenir.

Sınıflandırma 

  • Tasmalı tavşan kangurusu (Lagostrophus fasciatus) en ilkel kanguru türlerinden biridir. Sthenurinae adında ayrı bir alt familyaya konulur..
  • Çalı kanguruları (Dorcopsis ve Dorcopsulus cinsleri) Yeni gine'nin tropik ormanlarında yaşarlar.
  • Ağaç kanguruları (Dendrolagus) Yeni gine'de ve Kap York adalarında ağaçlarda yaşarlar.
  • Kaya kanguruları (Petrogale) dağlık bölgelerde yaşayan orta büyüklükte kangurulardır.
  • Filander (Thylogale) kuyruğunda neredyse hiç post yoktur.
  • Tavşan kanguruları (Lagorchestes). Adları, tavşanı andıran büyüklükleri ve hoplayışlarından kaynaklanmaktadır.
  • Kısakuyruklu kanguru (Setonix brachyurus) kulakları ve kuyruğu diğerlerinde daha kısadır.
  • Dikenli kangurular (Onychogalea) kuyruklarının ucunda kemikten bir dikenleri vardır.
  • Bataklık valabisi (Wallabia bicolor) Avustralya'nın güneydoğusunda yaşayan küçük bir tür.
  • Macropus cinsine ait türler asıl klasik Kanguru profiline uyanları, yani Asıl Kangurulardır: Kızıl dev kangurular, Gri dev kangurular, Dağ kanguruları ve Valabiler.
Cinslerin arasındaki akrabalık dereceleri bu diagram'da gösterilmiştir. Bu diagram 2004 yılında Marcel Cadillo'nun yaptığı birçok araştırmalar sonuncu ortaya sürülmüştür.
 (Quel Kangurugiller (Macropodidae)
├──Lagostrophus (Tasmalı tavşan kangurusu)
└──Macropodinae
   ├──Çalı kanguruları
   │   ├── Dorcopsis
   │   └── Dorcopsulus
   └──N. N.
       ├── Dendrolagus (Ağaç kanguruları)
       └── N. N.
           ├── N.N.
           │   ├── Petrogale (Kaya kanguruları)
           │   └── Thylogale (Filander)
           └── N.N.
               ├── Lagorchestes (Tavşan kanguruları)
               └── N.N.
                   ├── Setonix (Kısakuyruklu kanguru)
                   └── N.N.
                       ├── Onychogalea (Dikenli kangurular)  
                       └── N.N.
                           ├── Macropus (Dev kangurular, Dağ kanguruları ve Volabiler)
                           └── Wallabia (Bataklık volabileri)


Zambak(lilium)

0 yorum
Zambak - (Lilium)



Bilimsel SınıflandırmaÂlem: Plantae
Şube: Magnoliophyta
Sınıf: Magnoliopsida
Takım: Liliales
Familya: Liliaceae
Botanik Adı: Lilium
Türkçe Adı: Zambak




Zambak (Lilium) Avrupa Asya ve Güney Amerika kökenlidir. Liliumlar büyük ve bol çiçekli soğanlı bitkilerdir. Yaprakları şeridimsi, rast gele dizilmiş veya bir aksa bağlı olarak dizilişgösterirler ve sapsızdırlar. Bol tohum verirler. Çiçekleri salkım şeklinde dizilmiş, tek tek huni veya çan formundadır ve bazıları keskin kokuludurlar. Çoğunlukla yaygın ya da sarkık, çok nadiren olsa da dik durum
gösterirler. Zambakların da bahçe ve saksı kültürleri vardır.



Bahçe kültürü 

Bahçelere lilium soğanlarının dikimi ekim ayında 5-7 tanesi bir grup halinde 10–12 cm derinliğinde ve 15–30 cm aralıkla yapılır. Dikilen soğanlar genellikle kumla temas eder. İlk kış soğanların üzeri bir miktar kuru yaprakla örtülür. Dikilen bu soğanlar 3 yıldan önce yerlerinden alınmazlar. 

Her yıl ilkbaharda serpme suretiyle gübreleme yapılır. Gövdelerin altında köklenmiş olan zambak soğanları, kısa boylu çalıların arasına dikilmeleri hâlinde en iyi gelişme ortamı sağlanmış olunur.

Bütün zambakların çiçeklenme zamanında dikkat edilmesi gereken, zamanında desteklenmesi ve ölü çiçeklerin hemen uzaklaştırılmasıdır. Fakat çiçeklerin gövdelerinden kesilmemesi gerekir.



Saksı kültürü





Soğanların saksılara dikimi geç sonbaharda yapılır. En az 6 lilium soğanı 30 cm. lik saksılara dikilirler. Lilium auatum gibi büyük soğanlar 25 cm. lik saksılara tek olarak dikilirler. Soğanların üzeri 2,5 cm kalınlığında toprak ile örtülür. Gelişmelerinin ilk dönemini saksıda geçirirler. Eğer toprak ile doldurmak zorunda değillerse, saksılar burada kil, kül içine gömülürler.

Çiçeklerin erken açılması istenirse camekân altına, geç açması istenirse siperli bir yerde ve dışarıda tutulurlar.



Üretimi


Sonbahar aylarında tohumla ya da köklerin ayrılmasıyla bazı türlerde ise sak üzerinde oluşan gözlerle üretilir. Ancak genel olarak ve çoğunlukla toprak altında oluşan soğan
pullarından meydana gelen soğancıklarla yapılır. Soğanlar ağustos ayında kumlu topraklara dikilir. Tohumlar ise ,yine aynı ayda soğuk seralarda kasalara ekilir. Oluşan fideler ancak 2–5 yıl sonra çiçek açabilir.

Zambak - Lilium soğanlarının dikimi





Lilium soğanlarında dikim derinliği , lilium türüne göre değişir. L. Candidum gibi bazı türler yüzlek dikilirken gövde kökleri veren türlerde dikim soğanın üzerinde 8-10 cm. toprak bırakarak daha derin yapılır .

Gövdeden köklenen konsantrik soğanlar diplerinde kalın etli hortum köklere (Kontraktil kökler) sahiptir. Hortum kökler , bitkiyi aşağı doğru çekerler. Bir lilium soğanı dikildiği zaman, su ve besin maddelerini alımı ilk 3 hafta dikim anındaki mevcut kökleri ile yapılır. Bu nedenle mevcut soğan kökleri (kontraktil kökler) dikkatli korunmalıdır ve dikim yapılırken bu kökler dikkatlice yerleştirilmelidir.
Çok derin dikim uygun değildir. Soğan üzerinde 10 cm. toprak yeterli olmaktadır.


Dikimden sonra sürgün gelişimi başlayıp sürgün toprak yüzüne çıktığı zaman sap dikilmeye başlar. Bu zamanda bitki, gövdenin toprak altındaki kısmında tam soğanın üstünden başlayarak gövde kökleri çıkarır. Bu gövde kökleri, (Kontraktil kökler- Hortum kökler) bitkinin su ve besin maddeleri alımını sağlar. İyi kalitede bir çiçek elde etmek için sürgün ve gövde gelişimi hemen başlamalıdır.



Dikim sıklığı




Dikim sıklığı (m2 ye dikilecek soğan sayısı) Lilium guruplarına, soğan iriliğine ve dikim zamanına (Yaz,kış) bağlı olarak değişmektedir. Yaz aylarında ve bol ışık koşullarında lilium soğanları daha sık dikilirler, buna karşın düşük ışık intensitesi ve kısa günlerde (kış ayları) dikilen soğanlar daha seyrek olmalıdır.


Tepal yapraklar dökülüp yumurta hücresi döllendikten
sonra yumurtalık genişlemeye ve irileşmeye başlar.
Bu arada pedicel (çiçek sapı) yukarıya doğru dikilerek gelecekte oluşacak olan tohum kapsülünü düşey bir duruma getirir. Üç bölümlü yumurtalık 3 tane karper bulundurur. Her karperde 2 sıra tohum yatağı vardır daha sonra burada tohumlar üstüste dizilirler.


Tohumlar olgunlaştığı zaman tohum kapsülü kurur ve 3 bölüme ayrılarak çatlar düşey pozisyonda tohumlar yandan görünürler. İnce ağ şeklindeki iplikçikler çatlayan bölümleri bağlamaktadır ve tohumların kapsülden düşmesini engeller. Sadece tepede tohumların çıkacağı bir açıklık vardır. Tohumlar kapsül içinde uygun şekilde kuruduktan sonra üstteki açıklıktan rüzgarla taşınarak 1 metre kadar etrafa yayılırlar. Türlere göre değişmekle birlikte bazı tohumlar hafifçe kanatlıdırlar.






Zambak yetiştirmede püf noktalar

Toprakta drenaj esastır. Toprak humusça zengin olmalı ve çabuk kurumayacak yapıda olmalıdır. Doğal olarak yaprak çürüntüsü gövde (Boğaz) kökleri için iyi gelir. Toprak, soğanların depo besini (kaynağı) tükenmeden yeterli besin bulundurmalıdır. Yavaş eriyen N uygun olur. PH 6 (Nötr altında hafif asit) olmalıdır. Asit torflar kalkerli arazilerde uygun olur.


Ekolojik İstekleri

Ekolojik istekleri bakımından farklılıklar gösterir. Fakat genellikle iyi geçirgen topraklardan hoşlanırlar. Derin ve iyi işlenmiş, bahçe toprağında ya da nemli iyi geçirgen yanmış yaprak çürüntüsü ile karışık ve iri kumlu topraklarda iyi gelişir. Suya doymuş topraklara dayanamazlar. Doğal drenajın kötü olduğu yerlerde zambakların toprağını kabartmak ve yaprak çürüntüsü karıştırmak tavsiye edilir. Yarı gölgeli, hafif güneşli yerlerde iyi yetişirler. Zambakları saksı, küçük tekne ya da kasalara da dikmek mümkündür.

Kesme çiçek olarak Lilium- zambak yetiştirme yerleri

Liliumlar plastik veya cam seralarda yer tavaları veya kasalar içinde yetiştirilebildiği gibi iklimin uygun olduğu yerlerde açıkta da yetiştirilebilir. Ancak açıktaki yetiştiricilikte rüzgarsız bir hava ve kışın don olmaması gerekir. Ayrıca gölgeleme olanağı olmadığı için saplar daha kısa kalabilir.

Sera içinde nem kontrolü ve gölgeleme olanakları bazı sorunları önler. Bu nedenle kesme çiçek olarak yetiştiricilik genellikle seralarda kasalar içinde veya yer yataklarında yapılır.


Sulama
Lilium yetiştiriciliğinde sulama ,en önemli büyüme etmenlerinden birisidir. Bunun için soğanları dikmeden önce toprağın sulanması gerekir. Dikimden sonra da birkaç kez bol olarak sulanmalıdır ve soğanlar ve kökler toprağa yapışmalıdır. Fakat toprağın sıkışması ve yapısının bozulmasına izin vermemelidir. Boğaz kökleri oluştuktan sonra üst toprak kesinlikle kuru bırakılmamalı ve devamlı nemli kalmalıdır. İyi dağılabilen yağmurlama sistemi liliumlar için uygun sulama yöntemidir.

Sulama suyu ile gübreleme de yapılabilir. Yapraktan verilebilen gübreler yağmurlama sulama ile verilebilir. Yağmurlama sistemi toprağı yıkadığı gibi bitkileri serin tutması bakımından faydalıdır.


Çiçek kesimi

İlk çiçek kandili rengini gösterdiği zaman hasat için en uygun zamandır. Daha erken kesilirse tomurcukların hepsi tam açılamaz, hasata geç kalınır ve bazı tomurcuklar açılmış ise taşıma esnasında bunlar zarar görür. Çiçekler zedelenir.

Kesim işlemi sabah serinliğinde yapılarak kesilmiş çiçeklerin su kaybı engellenir. Kesimden sonra liliumlar sap uzunlukları ve kandil sayılarına göre boylandırılır. Sapın dip kısmındaki yapraklar 10 cm. kadar sıyrılır ve genellikle 2 çiçek bir demet olacak şekilde bağlanarak su kovalarına yerleştirilir ve 2 saat kadar su çektirilir ve kutulara yerleştirilir.


Türleri