İnsanlar güzel yollara, trafik levhalarına, haritalara ve navigasyon cihazlarına rağmen gidecekleri yere ulaşmada bazı zorluklar yaşarken, göçmen kuşların binlerce kilometre uzaktaki hedeflerine hiç yanılmadan varabilmeleri insanı hayrete düşüren muhteşem bir hâdise... Bulunulan yerin koordinatlarını belirlemek için kullanılan GPS (Global Positioning System) insanlığın binlerce yıllık birikiminin bir neticesiyken, bazı hayvanlara GPS kadar hassas işleyen navigasyon sistemleri yaratılışta bahşedilmiştir. İnsanlara verilmiş duyu organlarının hassasiyetleri birbirleriyle dengeliyken, hayvanlarda beslenme, avlanma durumlarına göre belli duyular daha öne çıkabilir. Baykuşun işitme, kartalın görme, köpekbalığının koklama duyuları diğer hayvanlardan bariz şekilde üstünlük gösterir. Bazı hayvanlarda yön ve yol bulma hususiyeti diğerlerine nazaran daha öne çıkmıştır.
Uçacağı yönü tespit için, göçmen kuşlara hassas bir navigasyon sistemi verilmiştir. Kızılgerdan kuşu (Erithacus rebecula) üzerinde yapılan bir araştırmayla, bu kuşun günümüze kadar farkında olmadığımız bir özelliği ortaya çıkarılmıştır. Dünyanın manyetik alanına göre, özel bir mıknatıs duyusuyla kendine uçuş yönü belirleyen bu kuşun sağ gözüne âdeta bir pusula yerleştirilmiştir. Bu kuşun sağ gözündeki bir protein kompleksi (cryptochrome), dünyanın etrafındaki manyetik alan çizgilerine paralel kimyevî bir reaksiyona girer. Gözün içinde vuku bulan bu kimyevî reaksiyon, optik reaksiyona dönüştürülür ve bunun neticesinde kızılgerdanlar, dünyanın manyetik alanını görme derecesinde iyi algılar.
Ornitolog Prof. Peter Berthold, göçmen kuşlar üzerinde yaptığı başarılı deneylerle, bir kuşun göçmen olup olmadığı, göç rotası ve zamanını nasıl tespit edebildiği gibi hususların genetik kaynaklı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Kara başlı ötleğenler (Sylvia atricapilla) yarı göçmen kuşlar sınıfına girer. Bunların bir kısmı batıya (Kuzey Afrika) bir kısmı da doğuya (Kıbrıs ve İsrail) göç eder. Göç yönü farklı olan kuşlar arasında yapılan melezleme neticesi, aynı türe ait olmalarına rağmen yavru kuşların ebeveynleri gibi batı veya doğuya değil, tamamen güneye göç ettiği tespit edildi. Navigasyonda vazifeli cryptochrom kompleksi melez yavrularda yeni bir rekombinasyona göre dağılmış ve tamamen farklı bir özellikler göstermişti. Bu netice, kuşların çevre faktörlerine uyum sağlamalarında sevk-i ilâhî ile işletilen mekanizmaları uyguladıklarını ortaya koymaktadır.
Protein sentezi genetik olarak kodlandığından ve sentez edilen protein ebeveynlerinkinden farklı olduğundan, bu değişiklikte çevre faktörlerinin tesiri ihmal edilebilir. Ornitologların klâsik evrimci bakış açıları bu meseleyi açıklamakta oldukça zorlanmaktadır. Daha net bir ifadeyle, ihtiyaca binaen kuşların kendi genleri üzerinde plânlı ve kasdî bir değişiklik yapmalarının mümkün olmadığı apaçık ortadadır. Bu tip genetik özelliklerin, genlerin tesadüfî dizilmeleri ve değişmeleri neticesi ortaya çıktığını savunan evrimciler, mutasyonlara imkânsızı isnat etmektedir. Böylece evrimciler hem göçmen kuşun bütün özelliklerinin tesadüfî mutasyonla ortaya çıktığını, hem de bu mutasyona şuur isnat ederek, doğru coğrafî bölgeye sevk ettiğini söylemek gibi bir paradoksa düşerek, her şeye gücü yeten bir Yaratıcı’nın icraatını görmezden gelmekteler.
Deniz kaplumbağaları
Deniz kaplumbağalarına azamî derecede gelişmiş bir yön belirleme hissi bahşedilmiştir. Bu canlılar okyanuslarda geçirdikleri yirmi yılı aşkın bir süreden sonra, doğdukları sahili hiç problem yaşamadan bulabilmektedir. Floridalı bir balıkçının başından geçen hâdise deniz kaplumbağalarındaki bu yön hissinin muhteşemliğini net şekilde ortaya koymaktadır: 1950’de Florida’dan ayrılıp Nikaragua açıklarında kaplumbağa avlayan bir balıkçı, yakaladığı kaplumbağaların sırtlarına kanun gereği kendi mührünü kazır. Avladığı kaplumbağalarla geri dönerken, Florida açıklarında fırtınaya yakalanır, alabora olmaktan kurtulur; ancak yakaladığı kaplumbağalar denize kaçar. Fırtınanın şokunu atlatan balıkçı bir ay sonra tekrar Nikaragua açıklarında kaplumbağa avlarken denizden kendi imzasını taşıyan bir kaplumbağayı çekince büyük şaşkınlık yaşar. Acaba bir ay içerisinde bu kaplumbağalar bin kilometreden fazla bir mesafeyi geride bırakarak ana sahillerine nasıl geri dönebilmişti?
Deniz kaplumbağaları da yön belirlemede dünyanın manyetik alanını kullanır; bu canlıların geçmiş oldukları mevkiler hafızalarından silinmez. Zamanla beyinlerinde topografik inceliklere sahip âdeta bir hafıza kartı oluşturulur. Dolaştığı yerleri dünyanın manyetik alanına göre parselleyen kaplumbağaların beyinlerine, âdeta mükemmel topografik özellikler taşıyan bu hafıza kartları nakşedilir. Bu sayede bu canlılar hem pozisyonlarını belirler, hem de hedeflerine rahatlıkla ulaşabilir.
Doğduğu yerde ölen yılanbalıkları
Yapılan araştırmalarda uzun yıllar boyunca yılanbalıklarının kendilerine benzeyen yavrularına rastlanamaması deniz biyologları arasında ciddi sıkıntılara yol açmıştı. Çünkü yılanbalıklarının yavruları morfolojik bakımdan erginlerden çok farklı bir görünüme sahipti. Aslında yılan balıklarının yavruları başka bir tür -balık- olarak isimlendirilmişti (Leptocephalus). Bugün biliniyor ki, yılanbalıkları yavrulamak için sadece Avrupa sahillerinden 6.000 km uzaklıktaki Sargasso Denizi’ni tercih ediyor. Belli bir güce erişen yavrular, Sargasso Denizi’nden ayrılarak okyanuslardan akarsulara uzanan yolculuklarına başlıyor. Kesin olmamakla beraber biyologlar yılanbalıklarının doğru rotayı tespitte, bazı göçmen kuşlar gibi, dünyanın manyetik alanını kullandıklarını düşünüyor. Ömürlerinin altı ile yirmi yılını akarsularda geçiren yılanbalıkları, sevk-i ilâhîyle iki vazifeyi îfâ etmek üzere tatlı suları terk edip dünyaya geldikleri yere doğru ‘son yolculuklarına’ çıkıyor. Buraya ulaşmaları yaklaşık üç senelerini alıyor. Hiçbir şekilde Yüce Yaratıcı’nın iradesi dışına çıkamayan yılanbalıkları Sargasso Denizi’ne vardıktan sonra da birinci vazifeleri olan üremeyi gerçekleştirip soylarının devamına vesile oluyor, bundan sonra da ölümlerini beklemeye başlıyorlar.
Sismoloji uzmanları körfareler
(Fam: Spalacidae)
Toprak altında yaşayan körfareler bitki kökleriyle beslendikleri için yerin 20-40 cm altında hareket eder. Toprak altında hareket büyük enerji kaybına yol açar. Bu sebeple beslenme kaynağı olan köklere en kısa yoldan ulaşmaya çalışan ve muhtemel engelleri minyatür zelzele metoduyla aşan bu fareler, yer altında bir sismoloji uzmanı gibi hareket eder. Kazdıkları koridorların tavanına kafalarıyla vurarak minik zelzeleler meydana getiren bu hayvanlar, oluşan sismik dalgaların ortamdaki yansımalarını değerlendirerek en ekonomik enerjiyle en uygun tünelleri açar. Bu sayede aşırı enerji kaybına mârûz kalmazlar. Bu kadar ince hesaplar gerektiren bir meseleyi akıl ve şuurdan mahrum körfarelerin ilmiyle veya tabiatla izah mümkün müdür?
Balinalar
Balinaların çıkardıkları çeşitli sesler sayesinde, binlerce kilometre uzaktaki hemcinsleriyle muhaberede bulundukları uzun yıllardan beri ilim adamlarınca biliniyor. Çıkarılan sesleri kategorize eden su biyologları, balinaların ‘klik’ sesleriyle okyanuslarda kendilerine yol bulduklarını gösterdi. Gönderilen ses herhangi bir cisme çarpıp geri döndüğünde balinalar sevk-i ilâhî ile sesin çarpmış olduğu cismin türünü, uzaklığını, hattâ hızını bile tespit edebilmektedir. Seri hâlinde geri dönen sesler beyinde âdeta bir resim gibi algılanır. İnsanlar da tren veya araba sesini birbirinden ayırabilir; ancak vasıtanın uzaklığı veya hızına dâir net bir şey söyleyemezler. Kaşalot balinası, avını tespit ettikten sonra ‘klik’ seslerini yoğunlaştırarak onu kıskıvrak yakalayabilir.
Matematikçi çöl karıncaları
Şimdiye kadar karıncaların polarize edilmiş güneş ışınlarını kullanarak yönlerini tayin ettikleri biliniyordu. Zürih Üniversitesi Zooloji Enstitüsü Direktörü zoolog Prof. Dr. Rüdiger Wehner, çöl karıncalarının sinir sisteminin temel mekanizmalarını ortaya çıkaran çalışmasıyla Nobel’e aday gösterildi. Wehner, karıncaların yuvalarını bulmada adım sayılarını ve uzunluklarını hesaplayıp hesaplamadıklarını tespit için, bu canlıların bacaklarını kısaltma veya uzatma gibi deneyler yaptı. Bu deneyler ile zoolojide son ayların en gözde keşfi yapıldı. Yuvalarına dönüş yolunda ince sert kıllar yapıştırılarak ayakları uzatılan karıncalar, yuvalarında durmayıp daha ileri geçti. Çünkü karıncalar yuvalarından ilk hareket ettiklerinde ayaklarının kısa olması dolayısıyla daha fazla adım atmışlardı. Ayakları uçlarından kesilerek kısaltılan karıncalar ise, yuvalarına varmadan durmaya ve oldukları yerde dönmeye başladı. Çünkü kendi hesaplarına göre o anda yuvalarında olmaları gerekiyordu. Yuvalarından yüz metreden fazla uzaklaşan bu karıncalar, belli ki on binli rakamların çok üstüne kadar sayabiliyor ve bu işi görünürde 0,1 miligramlık minnacık bir beyinle gerçekleştiriyordu. Ayrıca aynı karıncalar, yeni oluşan şartlara da tamamen ayak uydurabiliyordu. Birkaç gün sonra kısaltılmış veya uzatılmış ayaklarına alışan karıncalar yuvalarını tekrar hatasız olarak bulabiliyordu. Bu kadar küçük canlılarda muazzam mekanizmaların çalıştırılması, bu harika davranışların aslâ tesadüf eseri olmadığını açıkça göstermektedir.
Kaynak
- WEHNER, R. (2<003). Desert ant navigation: how miniature brains solve complex tasks. J. Comp. Physiol. A 189: 579-588.